Türk öykücülüğüne ve düşünce dünyasına yeni fikirler ve boyutlar kazandırarak unutulmaz eserler veren Rasim Özdenören öykü ve düşüncedeki istikrarlı ve güçlü konumuyla kendinden sonra gelen pek çok yazarı etkiledi. Türkçeyi doğru ve güzel kullanmadaki mahareti insan ruhunun sırlarına vâkıf olması gözlemciliği ayrıntıları yakalamadaki ustalığı dilde ve muhtevada yerli duruşu her kesimde kabul gördü. Öyküleri; özetlenemez oluşuyla her defasında yeniyi ve yenilenmeyi yakalamasıyla dikkat çekti. Benliğimizi bilincimizi tazeleyen okuyucusunu tekraren kendine çağıran metinler ortaya koydu. Toplumdaki değişmeyi yabancılaşmayı uyumsuzluğu modern çağın insanının dramını ve trajiğini sergilemedeki başarısıyla özgün bir yere sahip oldu. Bu özellikleriyle edebiyat ve düşün dünyamızın bilgesi olarak anıldı. Türk öykücülüğünün ve deneme yazarlığının gelmiş geçmiş en usta kalemlerinden biri olarak temayüz etti.
Özdenören'in 1957-62 yılları arasında yazıp bir kısmını dergilerde yayımladığı bir kısmını hiç yayımlamadığı ilk öyküleri yıllar sonra ilk kez bir arada... Kendi kuşağının iklimine ve esintilerine üst seviye bir bilinçle tanıklık eden genç Özdenören'in; insanı eşyayı ve durumları nasıl algıladığına ve yorumladığına dikkat edilirse tüm ilk öykülerde rastlanan acemilik eksiklik veya fazlalıklara rastlanmayan bu metinlerin bir dehayı müjdelediği görülecektir. Nitekim Cemal Süreya Sezai Karakoç için yazdığı portrede Özdenören kardeşlerden şöyle bahsedecektir: "Özdenören kardeşler o yıllar Anadolu'ya Kafka yaratıkları salıyorlardı..." O yıllar dediği 1961-62...
Bu öyküler; canı isterse Kafka canı isterse Faulkner gibi yazarak başlayan öykü serüvenine kendi tarzıyla devam eden öyküsüne ruhunu ciğerini bağışlayan usta kalemin dünya edebiyatına ilk katkılarıdır.