Monthly Review Türkiye hazırlandığı sırada henüz Rusya Ukrayna Krizi Patlak vermemişti. Emperyalizm temasıyla çıkan bu sayımız içinde bulunduğumuz konjonktürü anlamak açısından daha işlevsel bir nitelik kazandı. Geçtiğimiz Küreselleşme sürecinde "Emperyalizm" kavramı rafa kaldırılmıştı. Sermayenin akışkan olduğu o yüzden bir merkezden bahsedilemeyeceği bu bağlamda hiçbir devletin hegemonik bir merkez teşkil edilemeyeceğine bu çerçevede emperyalizmin aşıldığına dair tezler (İmparatorluk Ultra emperyalizm vb.) revaçtaydı. Bu tezler egemenler arasındaki çelişkilerin minimize olduğu bu konjonktürde çok kültürlü çok kimlikli yeni bir dünyanın şekilleneceğini iddia ediyordu. Ancak tam tersine Irak'tan Libya'ya Ukrayna'ya vb. Uzanan vekalet savaşları ülkeler ve toplumlar arasındaki eşitsizliklerin gittikçe derinleşmesi bu tezlerin altını da boşalttı. Kapitalistler arası hegemonya mücadelesinin derinleştiği içinde bulunduğumuz konjonktürde sermaye ihracına ve egemenler arasında ki çelişkilere odaklanan ve Lenin tarafından formüle edilen Marksist "Emperyalizm" teorisi yeniden açıklayıcı bir çerçevede geri döndüğü söylenebilir.
Bu bağlamda günümüzde kurucu bir irade oluşumu emperyalizm ve kapitalizm karşıtlığını insanlığın eşitlik ve özgürlük gibi ortak idealleriyle birleştiren politik bir programla mümkündür.