Arada bir fırsat buldukça başucumdaki kirli camdan görünen boz ve kel yamaçlara bakışlarımı kilitlediğim oluyor. Ancak o vakitler çevremdeki basınçtan kurtulabiliyor tek tük görünen bodur ardıçların ve meşe dallarının güneşle yaptıkları gölge oyunlarına kendimi kaptırıyorum. Bedenimdeki acı bir miktar diniyor ruhumu sıkan paslı cendere gevşiyor ve ben unutuyorum unutuluyorum sanki.
İşte şakağıma aruz üfleyen perilerle o anlarda tanıştım. Gökkuşağından damlayan renklerin şiirimsi hecelerle helezonlandığını o demde gördüm. Ruhumun gergefinde nazım ipleri o zaman ahenk ördü ritim dokudu. Kuş ödü kadar idrakime çivi çakıldı da boğuk boğuk hıçkırdım. Yıllar sonra vehimlerden sıyrılıp mısra mısra berraklaşan ve hasreti arayan şiirimin ilk nüvesi o gün tomurcuğa durdu.
Ruhumdan akar bin renkli boncuk
İçinden maviyi seçer gibisin
Ben sulu gözlerinde boğulan çocuk
Sen deryaları geçer gibisin.