Odasının dar pencerelerinden az da olsa gözüken boğaz manzarasını fark etmişti. Tekerlekli koltuğunu ayaklarını yere sürterek pencerenin önüne kadar getirmiş manzarayı seyretmeye koyulmuştu. Çokça seyretmişti boğazı ama ilk defa böyle bir haz alıyordu. İlk savaşını kazanmış muzaffer bir komutan edası vardı bakışlarında. Çağ açıp çağ kapatan Sultan Mehmet fetihten sonra ancak böyle bakmıştır boğaza ya da küllerinden yeni bir vatan kuran Mustafa Kemal kurtuluştan sonra geri geldiğinde ancak bu kadar gururlu hissetmiştir İstanbul'u seyrederken... İstanbul'a ilk geldiği hafta Beşiktaş iskelesinden bindiği boğaz turu vapurunda Marmara'nın bütün sularına gözyaşlarını akıttığını hatırladı. Bebeğine kavuşamadan giden annesine ağlamıştı. Yarine doymadan giden babasına ağlamıştı. Sonra hiçbir şeye ağlamamaya yemin etmişti. Hele kendine! Şimdi o pencerenin önünde akıttığı gözyaşları kendi yaşadıkları içindi. İlk ve son defa kendi için ağladı Ece. Öksüz bir bebek Yetim bir çocuk! İstismar edilen genç bir kızdı. Bütün bunların toplamında artık güçlü bir kadın olarak yaşamla mücadelesinin ikinci raunduna hazırdı.