Milletleri millet yapan en önemli unsurlardan birinin dil olduğu tartışılmaz bir gerçektir. İnsan ile dil arasındaki münasebetin çok kuvvetli olması gerektiğini bildiğimiz için içinde yaşadığımız manevî değerlerden anadilimizin kıymetini daha iyi anlıyoruz. Tarih şahittir ki uzun zaman içerisinde çok sayıda kavim veya topluluk sadece savaşlarda yenilip parçalandıkları için değil dillerini ihmal ettikleri için hayat sahnesinden silinerek kaybolmuşlardır.
Güzel Türkçemiz muhabbete sevgiye ilgiye açtır; milletimiz ebediyyen dilimize muhtaçtır. Bebeklik çocukluk dönemlerimizde harflerle hecelerle arkadaş olduk; gençlik olgunluk çağlarımızda kelimelerimizin anlam zenginliğine cümlelerimizin üslup güzelliğine yoldaş olduk. Yeri geldi duygularımıza kanat takıp coştuk; yeri geldi düşünce meydanlarında at oynatmaya koştuk.
"TÜRKÇEMİZİN ZARAFETİ" adlı yeni eserimde ise hayatımıza yeniden dönüp aslına kavuşan Arapça Farsça asıllı kelimeleri daha geniş olarak ele aldım; yerine göre harf hece kelime ve ifadelerimizdeki estetik denilen güzellik duygusundan bahsettim. Ayrıca Türkçemizin âhenginden (mûsiki) ses hadiselerinden nazik ifadelerinden kelime çeşitlerinden başka güzellik duygusunu olumsuz etkileyen ünlü hatalardan anlatım bozukluklarından imlâ ve telaffuz yanlışlıklarından da kısaca söz açtım. Bahsini açtığımız konu ve meseleleri ele alıp işleyen kitapların varlığından haberdar olmama rağmen "Neden böyle bir girişimde bulunuyorum?" sorusunu zaman zaman kendime sordum. Cevabını da her seferinde kolay buldum: Zaman nasıl süratle geçiyorsa hayatımızın ayrılmaz parçası olan önem ve değeriyle adeta mukaddes bilinen dilimizin daha doğrusu çok sayıdaki kelimelerimizin anlamları renkleri tonları da hızla değişikliğe uğrayabiliyor. Lisanımızı buharlaştırıcı yozlaştırıcı teşebbüslere karşı tepkilerimizi söz veya yazıyla göstermeliyiz.
"Yazılan yazılmış söylenen söylenmiş" diye Türkçe'ye ilgisiz kalmamalı doğru bildiğimiz şeyleri bıkıp usanmadan ortaya koymalıyız.