Ali Necip Erdoğan Korkuluğun Düşü'nde hikâyesiyle sulh imzalamış kahramanlara çevirir kalemini. Karakterler sarkacın ucunda sallanmaz yeni arayışlara göz kırpmaz ötekinin hikâyesine sataşmaz ve en önemlisi oburluk etmez. İnsan kendinden kaçmanın beyhudeliğini görmüştür artık "kendini kaybeden adam"ın "kendine gelen adam"a dönüşmesinin vakti gelmiştir. Her biri kendi hikâyesiyle yüzleşmiş ve onu olduğu gibi kabul etmiştir. "Farkedilmeyen" kahramanlar bir hayalin içinde uyananlar "yaşayan ölümün mekânı"nı arayanlar bir bakışa büyük bir aşkı sığdıranlar...
Yine de suhuletin sağlanması için biraz gayret gerekir tozu kiri temizlemek de yazara/anlatıcıya düşer. Bazen eski bir şarkının kayıp sözlerinin peşine düşer kahramanlar boşluklar dolmalıdır ki hikâye kendini yeniden inşa etsin karakter sükûnete kavuşsun. Bazen de bir korkuluğun imgesinde kazananı olmayan bir savaş verilir hayata karşı. Zira öfkenin baş verdiği anda insanı sağaltacak yegâne hakikat savaştır. Kazanmanın yahut kaybetmenin önemli olmadığı en sonunda herkesin yine kendi hikâyesinin içine çekildiği bir savaş...
Ali Necip Erdoğan felsefi göndermeleri imgesel dili duru ve açık anlatımı ile fotoğrafik öyküler kurar. Anlamın yükü betimlemelerin değil eylemin omuzundadır tıpkı hayat gibi... Kırmızı bir ip efsunlu bir ayna eski bir kitap hayatı tersyüz ederken yeni düğümler atmadan kaosun kapısını taşlamadan sakin ve emin adımlarla hakikatin perdesini aralar.
"Korkuluk adamın öfkesini anlayamadı çünkü böyle bir duyguyla hiç karşılaşmamıştı. Ne birisi ona öfkeyle muamele etmişti ne de kendisi birine öfke duymuştu. Tek isteği adamın kuzeyi gösteren kolunu takip ederek şapkasını görmesi ve gidip şapkayı alarak başınakoymasıydı.Genç adam ani bir hareketle bahçe duvarının üstünden atladı ve önce sağına sonra soluna baktı."