Yirminci asır genellikle "Topyekûn Savaş Çağı" olarak görülür. Fakat David Bell'in bu çığır açıcı kitabında da ifade ettiği gibi topyekûn savaş mefhumunun ortaya çıkışı çok daha eski bir devirde; misket tüfeklerinin topların ve yelkenli gemilerin damgasını vurduğu Napoléon döneminde aranmalıdır.
Bell'in kapsamlı ve kuvvetli anlatısı bizi Batı Fransa'nın kanla sulanan tarlalarında yürütülen "imha" muharebelerinden neredeyse yıkılmaya yüz tutan İspanyol şehirlerinde gerçekleşen korkunç sokak çatışmalarına ve sadece bir gün içerisinde binlerce insanın can verdiği Orta Avrupa muharebe meydanlarına götürüyor. Bell'e göre savaş kavramına ilişkin modern görüşlerimizin doğuşu da bu devre tekabül etmektedir. On sekizinci yüzyılın Avrupalı münevverleri savaşın uygar dünyayı terk etmeye başladığını düşünüyordu. Bu yüzden Fransız İhtilâli sırasında patlak veren büyük çaplı muharebeleri; ebedî barışın hüküm sürdüğü çağı başlatacak "son savaşın" ve insanlığı günahlarından arındıracak yıkımın son çırpınışı olarak görme hülyasına kapıldılar. Bu fevkalâde tarih araştırmasının da göstereceği üzere böylesi görkemli bir amaca hizmet edecek savaşın dizginlenemeyen ve merhametsizliği şiar edinen kıyametvari bir mücadeleye evirilmesi kaçınılmazdı.
O zamandan beri Batı dünyasında ebedî barış rüyası ve topyekûn savaş kâbusu iç içe girdi ve günümüze değin bu hüviyetini koruyarak geldi. Nihayetinde Soğuk Savaş'ın akabinde "tarihi sona erdirme" umutlarının yerini kısa süre içinde topyekûn katliam korkularına bıraktığı görüldü. Bir tarihçinin keskin vukufiyeti ve bir gazetecinin detaycılık hususundaki ustalığını kendinde birleştiren David Bell Napoléon ve İlk Topyekûn Savaşın Hikâyesi: Modern Savaş Sanatının Doğuşu adlı eserinde Napoléon devri ile günümüz arasındaki benzerlikleri mahirane bir biçimde gün yüzüne çıkarıyor.