Osmanlı Devleti'nde koku sanatı bilinen en yakın tarihiyle İkinci Beyazıt dönemine aittir. Saray kokularından esansçıların yaptıkları kokulardan dönemin Darüşşifa Hastanesinde kullanılan kokulardan ve evlerde annelerin ninelerin yaptığı zarif kokulara kadar hepsi koku sanatı olarak adlandırılabilir. Özellikle Darüşşifa Hastanesi gerek mimari yapısıyla gerek tabipleri ve tedavileriyle dünyada bir benzeri yoktu. İstanbul'da 1587 yıllarında yüz on hastane olduğu ise kayıtlarda geçmektedir. O dönemlerde Avrupa'da kokular diğer kötü kokuları bastırmak için yapılırken Osmanlı Devleti'nde köklü bir gelenek hâline gelmiştir. Sarayın Enderun kısmında (bugünkü üniversite) bir laboratuvar gibi gül amber misk buhur başta olmak üzere çeşitli kokular çiçek suları ve buhurdanlıklar yapılırdı. Yine Osmanlı'nın halkı kokuların bir dili olduğunu düşünüp günlük hayatlarında çeşitli şekillerde kullanırlardı. Evler dükkânlar camiler kıraathaneler gibi mekanların kokuları ayrı giysiler eşyalar yazı takımları için hazırlanan kokular ayrı olurdu. Yine evlilik sebebi ile gidilen eve mevsimiyse bir demet zambak kış ise zambak esansı götürülürdü. Eğer evde hasta biri var ise hastalığına göre kokular koklatılırdı. Çabuk üşüyen kişiler amber öd ladin tarçın sıcağa dayanamayan kişilere ise kafur nane gül suyu tavsiye edilirdi. Koku esnafları ise Peygamberimiz 'den bizlere miras kalan hadisleri benimsemişlerdi. Peygamberimiz yanında devamlı "sükke" denilen bir koku kutusu taşır ashâbına da koku kullanmasını tavsiye ederdi.