Montaigne'in "Kendimizi Anlatmak" denemesinde dediği gibi "İnsanın kendini anlatmasından daha zor ve daha yararlı bir şey yoktur." Bu yüzden sıradanlığı aşan otobiyografik yapıt sayısı çok sınırlıdır. Bu bağlamda Rousseau'nu ölümünden sonra yayınlanan İtiraflar'ı otobiyografi türünün seçkin örneklerinden biridir.
Rousseau yaşamıyla felsefesine ışık tutuyor. Rousseau'nun felsefesini yaşamından ayırmak olanaksızdır. İtiraflar'da sık sık düşünceleriyle koşut deneyimlerden söz eder ve paradoksal bir düşünme biçimi sunar. Ancak o çelişik gibi görünen uslamlamalarına biyografik gerekçeler bulmaya onları uzlaştırmaya çalışmaz tam tersine anlattığı olaya ilişkin farklı yargılar sunarak okuru düşünmeye yöneltir. Böylece yazarın paradoksu okurun paradoksuna dönüşür.
Yiğidi öldürür ama hakkını yemez. Önce dostu sonra düşmanı olan Diderot'ya şöyle yazar:
"Sizi sevmiyorum mösyö̈ (...). Kısacası sizden nefret ediyorum (...). Kalbimin sizin için dolu bulunduğu bütün duygulardan dehanızdan esirgenemeyecek olan hayranlık ve yazılarınız için duyulan sevgiden başka bir şey kalmadı. Eğer sizde yeteneklerinizden başka bir şeye saygı gösteremiyorsam suç̧ bende değil..."
Rousseau ne soylu ne de bir burjuvadır. O yasamı boyunca geçim sıkıntısı çekmiş̧ biridir. Geçimini sağlamak için mi yoksa ne pahasına olursa olsun iyi yapıtlar yaratma ikilemi üzerinde düşünürken şunları yazar:
"Satılık bir kalemden sağlam ve büyük hiçbir şey çıkmaz."
"Zorunluluk belki de açgözlülük bana iyi olmaktan çok hızlı yazdıracaktı. Başarı beklentisi beni entrikalar içine atmasa bile yararlı ve doğru şeylerden çok kalabalığın hoşuna gidecek şeyler söyletecekti ve seçkin bir yazar olabilecekken bir kâğıt karalayıcısından başka bir şey olamayacaktım..." Kısaca Rousseau'nun İtiraflar'ı salt rastlantıların kendisine sunduğu yaşantıları kaydetmenin ve geçmişe ait bir iç̧ dökmenin ötesinde hem felsefi bir otobiyografi hem de otobiyografik bir roman niteliğindedir.