Gücünü kasırgaya boyun eğmeyen bir ağaçtan alıyordu kulübe. Kökleri yerin derinliğindeki kayalara uzanıyordu. Bir yuva arayan herkesi göğsüne çağıran ulu ağaç ona da ikramda bulunmuştu. Kovuğu bir annenin göğsü gibi geniş ve merhametli gövdesi bir babanın sarsılmaz bedeni gibi güçlüydü. Yaşlılar yapraklarının hışırtısını yorumlayarak bilgiye ulaşıyor palamutlarının içindeki pelitler kimdir diye ayırt etmeden mahlûkâtı besliyordu. Fırtına bütün ağaçların belini bükerken meşe kırılan dallarının yarasını sarmakla meşgul yas tutarken bile dimdikti. Ona lazım olan işte böyle bir ağaçtı.
Dört duvar arasına sığmayan karakterlerin kulübesi bu; dört mevsime; yaza sonbahara kışa bahara; dört elemente; havaya suya ateşe toprağa; dört felakete; yangına fırtınaya sele ve zelzeleye; dört sığınağa; çadıra kulübeye beşiğe ve tabuta; dört duyguya; huzura coşkuya öfkeye ve aşka... Sığmazsa insan bir yere cemre olup düşer havaya suya ve toprağa. Fakat dördüncü bir cemre daha var kayıtlarda görünmeyen: Ateşe Düşen Cemre.
Hümeyra Yabar "Bir Kulübe"de ateşe düşen cemreyi Vivaldi'nin "Dört Mevsim"i derinliğinde anlatıyor.