20. Yüzyılın ortalarından itibaren Dünya Savaşı'ndan geriye kalan tahribatın ortasında kapitalizm fabrikanın sınırlarını aşarak toplumsalın her veçhesini içermeye başlamış Batı Avrupa'da sosyalist bir devrimin gerçekleşememesi bir yana gerçekleşmiş devrimlerin vardığı yere dair hüsran Sol'un üzerine çökmüştür. Yüzyıl ortasındaki Batı Marksistleri'nin kültür alanına yönelişi bu koşullarda gerçekleşir. Kültür kapitalist iktidarın tabi kılınmanın ideolojinin olduğu kadar mücadelenin direnişin özgürleşimin hatta ütopyan arzuların yeri olarak da belirmiştir. Kültürel teori teorinin politik pratikle iç içe geçtiği teorinin kendisinin politikleştiği bir alan haline gelir. Kültür sözcüğünün karşılık geldiği yaşam yolumuza bu yaşamın yanlışlığına yaşamla baş etme süreçlerine insanın faillik koşullarına yönelik teori-pratik ilgi öyle yoğundur ki sonunda bu kavram geride yaşamın kendisi kalana dek un ufak edilecektir.