"Hasan dede de bu kar soğuğunun içinde kara lastikleriyle çıkıp geldiği belirsizliklerin dalgınlığıyla sobanın önüne oturup tek kelime etmeden sigarasını içti. O gelinceye dek sobanın içinde yanmadan oradan oraya kıvranan ıslak meşe odunları Hasan dedenin gelmesiyle nasıl olduysa bütün gümbürtüsüyle yanmaya başladı. Yanınca bedenlerini değil insanın içini ısıtan bir sıcaklık yayıldı. İnsanın ruhunu ısıtan bir sıcaklık yayıldı. İnsanın düşüncelerini insanın kalbinin derinliklerini ısıtan bir sıcaklık. Sonra gözlerini yanan ateşe dikip sessizliğiyle bir süre oturdu. Hasan dede böyle oturunca herkes anlardı ki Hasan dede hikâyelerini ateşe anlatırdı. Kimse duymazdı hikâyelerini ancak duruşuyla anlatırdı susuşuyla anlatırdı. Belki sararmış gözleriyle anlatırdı. Hasan dede anlattıkça sobada yükselen ateş kendi suretinden çıkıp tekrar kendi suretini yakan ateşlere dönüşürdü de ısınmaz denilen evler ısınırdı. Esip gürleyen rüzgâr ısınırdı. Üşüyen kar ısınırdı."