Ulya bir heykel sergisi açmak üzere Almanya' ya giderken yıllardır birlikte yaşadığı erkekle yol ayrımına varmış olduklarının farkındadır. Bu beraberlikle aşktan korunmuş ama yüreğini çoraklaştırmıştır. Öte yandan teninde ve ruhunda ilk gençliğinde yaşadığı ve unutmak için çaba harcadığı büyük bir aşkın ve yıkımın izleri vardır. Ulya' nın geçmişini geri çağıran susamış ruhunu canlandırıp uykudaki bedenini uyandıran Hamburg' da onu evinde konuk eden Sina olacaktır. Bu çocuksu genç adam yirmi yıl önceyle şimdinin garip bir biçimde örtüştüğü bir yanılsamaya büyük bir altüst oluşa sürükler dingin durmuş oturmuş Ulya' yı. Eski aşkı çocuğunun babası 'B'nin imgesi ile Sina' nın varlığı birbirine karışır zihninde. Her şey bir tekrara dönüşmüş gibidir. Yalnızca dört gün sürse de geniş mekân ve zamanlarda gezinen bu serüven olgun bir kadınla ondan daha genç bir erkek arasında acıya tanıdık birbirine yabancı ve aykırı olmanın baştan çıkarıcı duygu ortamında yaşanır. Öyle içten ve yoğundur ki sessizlik olmazlıkla şiddetlenen bir tutkuya dönüşür.
Taş ve Ten; bir aşkın yeniden tasarımı gecikmiş bir sıçrama anıdır. İki insanın ölümcül acılar düş yıkımları ve korkularla yazılmış kişisel tarihlerini ve yüreklerini birbirlerine açarken kaybetmeye yaktıkları ağıttır. Bölüşerek suskunluğu aşma duygusu arzuların ve ruhun dünyasına özgürleştirici bir yolculuktur.