Hayat bize sadece bir şans verir. Bu şansı nasıl değerlendireceğimize karışmaz. Sadece sizin bir adım atmanızı bekler ardından verdiği şansı alır elinizden. Hayata sadece bir kere gelir ve sadece bir kere ölürüz. Ölüm belirsiz bir gün gelir ve alıştığımız ortamdan çekip çıkartır. Yaşadığımız anıları umursamaz bile. Bazen anı biriktirmeden alır bizi. Hayata atılmadan koşmadan yürümeden düş görmeden hayallerimizi yaşatmadan. Hayat ikinci şansı vermeyecek kadar nankördür. Peki benim farkım neydi? Neden bana ayrıcalık tanımıştı? Ben neden imkânsızdım? Kitabın başlığı gibi durup neden bölüm başlığıydım? Biz kayıp yapboz parçalarıydık. Ait olacağımız yeri arar dururduk. Ait olduğumuz yere ulaşınca büyük resim oluşurdu. Büyük resim ise hayata geliş amacımızdı. Aslında geliş amacımızı bulmak için mücadele verirdik biz. Ait olmadığımız yapboza yerleşince mahvederdik. Hem kendimizi hem de yapbozu...
Hayatın kurulu düzenine aksiydi İzel Avcı. Ablasının öldüğü gün erken doğum ile Dünya'ya gelen İzel yabancı olduğu ablasının her detayına hâkimdi. İzel hayatının her köşesinde duyduğu bu tanıdık yabancının karanlıktaki rengiydi. İzel ablası gibi İstanbul'a okumaya gittiğinde hayatı renklendi. Bu renklerde aşkı temsil eden kırmızı arkadaşlığı temsil eden yeşil varken kötülüğü simgeleyen siyahta vardı. Ruhumuza sevgilerle..