Edgar Rice Burroughs'un sevilen "Barsoom" serisinin ilk cildi olan Mars'ın Prensesi okurla buluştuğu 1917 yılından şimdiye kadar anlatılan en çılgın ve en yaratıcı hikâyelerden biri. Tarzan of the Apes'in yaratıcısının kaleme aldığı ve çoktan bilimkurgu klasikleri arasına girmiş bu macerada ikonik karakter "John Carter" efsanesi başlıyor.
Virginalı bir İç Savaş gazisi olan John Carter savaş sonrası Arizona'sında Apaçilerin saldırısına uğrar. Bir mağarada köşeye sıkıştırılmış haldeyken hayatının bittiğini düşünür ancak tekrar uyandığında etrafta kimse görünmez ve manzara Dünya'daki hiçbir şeye benzemez.
John Carter rakip kabileler arasında devam eden acımasız bir savaşın sahnesi olan Mars'a nakledilmiş; yerçekimindeki değişim Carter'a insanüstü güç hız ve çeviklik güçleri vermiştir. Dünyada sıradan bir insanken Mars'ta o bir tanrıdır. Carter insan görünümlü güzel Prenses Dejah Thoris'i kurtarmak için dört kollu barbar lejyonlarını yenmeli vahşi flora ve faunayla dolu bir arazide binlerce mil yol kat etmelidir. Tüm bunlar olurken Kızıl Gezegen'in kaderi ise belirsizdir: Kabilelerin birbiriyle çekişmeleri kontrolsüzce artmakta kuşatma altındaki atmosfer fabrikası boğucu bir durma noktasına yavaş yavaş ulaşmaktadır.
Carl Sagan'dan Arthur C. Clarke kadar pek çok dehaya ilham olan zamanın ötesine geçip günümüzün bilimsel gerçeklerini destekleyen Burroughs'un Mars macerası hakkında Ray Bradbury şöyle diyor:
"Yazın çimenlerin üzerinde durdum ellerimi kaldırdım ve tıpkı John Carter gibi Mars'ın beni eve götürmesi için ağladım. Kızıl Gezegen'e uçtum ve bir daha geri dönmedim."