Sözcüklerin sihirli dünyasıyla tanıştığımdan beri ilk elbisemdi üzerime şiir giyinmek. Nereden bilebilirdim gözle görülebilir tüm renklerin içinde dans eder gibi bir tutam rüyalar tozu ile olabildiğince gerçekler silsilesinin peşimden adeta gölge gibi beni takip edeceğini. Şimdi anlıyorum şiir buluşmaktı ilk. Ucu bucağı olmayan sonsuzluğun uçlarına doğru sonsuz köprülerden geçmek gibi bir şeydi. Seni seviyorum iki kısa kelimeydi. İki kelime arası sen'den bana uzanan "köprüler" boyu bitmeyen yolda bitmeyen serzenişlerdi. Yol'da karşılaştığın her sözcük bir sus payında hece hece haykırmaktı. Bitti dedikleri yerden öldün öldürüldün nihayet sandıkları; Ay ışığı gölgesinde sabaha karşı Güneş'e sırtını yaslayanların yanık türküsüyle güne meydan okumaktı...
Şiir başkalarına uzanırdı ilk. Senden ona uzanan ilk köprüydü. Varış hiçliğin altın sapağında kendine ulaşmaktı şimdi anlıyorum. Aklım ikiliklerin savaşıyla kelimelerin gücü sayesinde galip gelirken ilk kez kalbimin fısıldadığı bir şiir ile sınırları aşmanın gayesiyle geldi buralara:
"Sevmenin tadı Bir'den Bir'e...
İşte!
Âşıklar köprüsü üzerindesin.
Sonsuzluğun günü sensin
Gecesi sensin korkularının.
Sen uyumakla anlaşılamayacak kadar güzel
Uyanmanın tarif edemeyeceği kadar
Vuslat vuslat...
Hasret hasret...
Baştan aşağı bensin.
Sen bensin ben senden..."