Bugünün Türkçesinin 1950'li 1960'lı yıllarda büyüklerin konuştuğu ve yazdığı Türkçeden ne kadar farklı bir hale geldiğini yaşayarak gören bir insan olarak dilimizin nerelerden nerelere sürüklendiği konusunda sohbet mahiyetinde bir çalışma hazırlamayı görev bildim. Gençlerimize hitaben kaleme aldığım bu çalışmada dil alanında söz sahibi olanların görüşlerine de tafsilatlı bir şekilde yer veriyorum.
Karman çorman bir hale gelen o uzun sadeleştirme serüvenimiz içinde (üstelik bir ara siyasi bir mesele haline getirdiğimiz) dilimizin başına bakınız neler geldi:
• Türetilen neredeyse her yeni kelimenin herkesin bildiği ve
kullandığı birden çok sayıda eski kelimemizin yerini almasıyla
birlikte kelime dağarcığımız daraldı.
• Oluşturmak ve dönüştürmekten başka yardımcı fiilimiz
neredeyse kalmadı.
• Moda haline gelen süreç algılamak imge çelişki olay ve söylem
gibi kelimelerin olur olmaz her anlamda kullanılması zaten
zayıflamış durumda olan dilimizi üstelik yer yer anlaşılmaz
bir hale getirdi.
• Uygulamaya ilkesizlik keyfilik ve derbederlik o derecede hâkim
oldu ki konuşma dilimize girmiş eski kelimelerimizin yerlerini
yabancı (Fransızca / İngilizce ve hatta Arapça / Farsça) kelimelerin
aldığını ve o hengâmede Türkçe kelimelerin bile tasfiye edildiklerini
gördük.
• Eski kelimelerle birlikte onlara dayalı deyimlerimiz de zamanla yok
olmaya yüz tuttu bunların yerini sığ lâubalî hatta pespaye deyişler
almaya başladı. Dilimiz züğürtleşmekle kalmadı; bayağılaştı ve
kirlendi.
• Bütün bunlar yetmiyormuş gibi günlük İngilizce kelimeler
deyişler ve kalıplar Türkçemizi istilâ etti.
Ortada hepimizi ilgilendiren çok ciddi bir dil sorunumuz var. Bildiğimiz ve kullanabildiğimiz kelimelerin zenginliği ölçüsünde düşünebilir ve kendimizi o ölçüde ifade edebiliriz. Dilimizin bu perişanlığı içinde ne tefekkür ne sanat ne de bilim alanında dünya çapında varlık gösterebiliriz.