"Leyleğin ömrü laklakla geçer" sözü ne derece doğrudur bilinmezmiş ama bu zamanın küçüklerini "Seni bir leylek getirdi!" masalına inandırabilmenin imkanı yokmuş! Doğruları dosdoğru anlatmak yerine gerçekleri masallar-la dolandıra dolandıra anlatmak aslında pek kolay değilmiş ve "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar!" diye de bir söz varmış. Büyüklere laf olsun diye anlatılan masalları umulur ki değerli küçükler de okur; öğüt almaktan pek hoşlanmayan bü-yüklerine kendilerince öğütler verir; büyükler de bu sayede "Varmış mı? Yokmuş mu?" diye düşünebilme fırsatını belki elde edebilir; belki de hiç elde edemezlermiş. Beğenilse de beğenilmese de büyüklere laf olsun diye masallar ancak bu kadar anlatılabilirmiş. Çünkü; "Varmış mı? Yokmuş mu?" öylesine çokmuş ki zaten bunu bilenler bilirmiş de bilmeyenlere bu gerçeği anlatabilmek oldukça zormuş! "Sevene samanlık seyrandır"; "Sakla samanı gelir zamanı" denmiş denmesine ama sapla samanın karıştırıldığı bir zaman-da saklanan samanın ne işe yaradığını izah edebilmenin binbir yolu olsa da yollar kimilerine göre çok yokuşmuş. Mizahın da izahı varmışama güzel zan sahibi olmayan-lar bu işten de hiç hoşlanmaz; hep zanna uyarak güzel olan şeyleri bile çirkin görür; sanal bir alemde yaşar ve gerçeklere kesinlikle dönüp bakmazlarmış! İnsanlar gerçeklerden uzaklaştıkça kendi gerçeklerini bile göremez duruma gelir; çok bilmişliklerinden dolayı da "Gerçekte gerçek aramak" gibi büyük bir hataya düşerlermiş. Aslında gerçekler basit şeylerin altında gizli imiş. Bunun için de "İnsanı hep küçük taşlar düşürür!" denmiş ama nedense kendilerinin büyük ve çok güçlü olduğunu zannedenler küçük ve basit şeylere hiç değer vermezlermiş. Gerçekler masallarla anlatılsa veya mizah ile izah edilse bile gerçekleri edep halinde anlatabilmenin en güzel yolların-dan biri edebiyat sanatı ile örneklenebilen küçücük bir şiirmiş. Bunu da yaşayanlar bilirmiş.