Bir görme biçimi olan sinemanın toplumsal bir tasarım aracı veya alanına dönüşmesi izleyici tüm gözleri aynı resme düşünceye veya davranışa odaklaması ve bu odaklanma sürecinde istediği mesajı zihinlere yerleştirmesi sinemayı sosyolojik bir aktör haline getirmektedir. Sinema sadece boş zamanların eğlencelik bir faaliyeti ya da popüler kültürün sürekli tüketilen bir nesnesi değil baştan beri elit bir toplumsal sınıfın ve üst kültürün entelektüel/sanatsal etkinliği olarak da kendini kabul ettirmeyi sürdürmüştür.
Sinema kendine has bir kültür aktarım aracıdır ve ortaya çıkardığı etki ile önce bir kitle kültürü üreterek aktarmaya çalıştığı her formu toplumsal bir zeminde sabitlemek istemektedir. Böylece sinema her kurguda hayatı yeniden okuma biçimine dönüşerek kendi zeminini de güçlendirmektedir. Her ne kadar hayatın gerçekliğinden yararlanıyor olsa da sinemanın kendine özgü bir zaman akışı ve mekân betimlemesi vardır. Bu yönüyle de yaşamın gerçekliğinin aynası olan paralel bir gerçeklik olarak durmaktadır. Bu paralellik karşıt bir bakış açısı olarak algılansa da aslı itibariyle yaşamın simetrik bir yansımasıdır.
Yaşamın durdurulamaz akışının hareketli resimler olarak çerçeveye yerleştirilmiş hali filmlerdir. Her film insanı farklı bir zamana ve hikâyeye davet eder ve bu durum zihni bir çeşit zamanda yolculuğa çıkartmaktadır. Bu durum bir avantaj olarak insanın içinde bulunduğu zaman ve mekân şartlarının dışına çıkmasını veya durduğu yerden farklı zaman ve hikâyeleri yeniden okumasını ve anlamasını da sağlayabilmektedir.