"Sıra sıra hanımelilerinin çiçeklendiği ve sardunyaların güneşin yakıcılığından kurtulup dinlenmeye koyuldukları o vakitte dedemin erkek kardeşlerine annesine ve babasına "Geçiyorken bir ölün!" denilince derin bir sessizliğe açılan kapıdan içeri girip ölümün soğuk yüzüyle karşılaşmışlar. Aile efradından bir tek dedem ve ablası hayatta kalmayı başarmışlar. Dedem kısa bir süre saklandıktan sonra Ermenistan'a yani şimdiki Ararat bölgesinin Artaşat şehrine kaçmış. Ablasının hikâyesinin ayrıntılarını ise bilmiyoruz. Tek bildiğimiz Damascus tarafına gidebildiği."
Bir beyaz kâğıda dökülmüş kelimeler bir araya gelerek ancak bu kadar yürek burkabilirdi. Kâğıttaki silik izler okuyacak olanın ve yazanın hüznüyle yüklüydü. "Artık hayattan zevk almıyorum... Bu şekilde devam etmenin ikimize de faydası yok... Bunu sana yapamam... Beni bir daha arama!" diyordu genç kız.
Suat Koroğlu ilk romanında yerinden yurdundan edilen bir ailenin hikâyesini anlatıyor. Öztürk ailesi ruhen ve bedenen aldıkları yaralarla İstanbul'a göçer. Yeni yaşamları sürprizlere olduğu kadar özlemlere de gebedir.
Kayıp Kimlikler sadece göç eden bir ailenin dramatik hikâyesi değil aynı zamanda birbirine çok yakın olan yabancıların traji-komik düşündürücü sürükleyici bir anlatımı. Toplumsal çalkantılar arasında savrulan insanlar yarım kalan hayatlar... Biri Zonguldak'tan diğeri Diyarbakır'dan çıkıp İstanbul'da yolları kesişen iki gencin örselenmiş hayatları belki de bir aşkın gerekçesi olacaktır...