Küçük Bülbül bir al gül bulamamıştı. Baş vurduğu iki gül fidanından biri beyaz diğeri sarı gül açıyordu. Sonunda kurumuş bir gül fidanı ona; "Benim güllerim aldır." dedi. "Ama kış damarlarımı kavurdu don tomurcuklarımı kopardı bora dallarımı kırdı. Bu yıl gül veremeyeceğim." Bülbül; "Bütün istediğim al bir gül!" diye haykırdı. "Onu elde etmemin hiç yolu yok mu?" Fidan; "Bir yol var." dedi. "Ama öyle korkunç ki söylemeyi göze alamıyorum." Bülbül; "Söyle ben korkmam." dedi. Fidan; "Al bir gül istiyorsan onu kendin ay ışığında müzikten yaratıp kendi yüreğinin kanıyla boyayacaksın. Yüreğini bir dikene dayayıp bana şarkı okumalısın. Diken yüreğini delmeli. Senin can kanın da benim damarlarımdan içeri boşalıp benim olmalı." Bülbül; "Bir gül için çok yüksek bir bedel!" diye haykırdı. "Fakat gene de aşk yaşamdan üstün."
Halil sustu. Bir an göğsünde yatan Hülya'ya baktı. Sonra onu omuzlarından tutarak kaldırdı. Gözlerinin içine baktı.
-Neden bunu yapıyorsun?
Hülya bakışlarını önüne indirdi
-Çünkü bana neden gittiğimi soracaksın.
-Buna hakkım var.
-Bilmiyorsun dedi Hülya
Gözlerini kaldırıp Halil'e baktı.
-Ne halde olduğumu bilmiyordun. Sen beni sağaltamazdın. Yüreğini dikene dayayıp bütün kanını boşaltabilirdin ama tükenmişliğinle kalırdın. Ben buna dayanamazdım.
Yanı başındaki komodinin üzerinden bir sigara alarak yaktı. Neden sonra gözleri öyle boşlukta konuştu;
-Altı ay bir klinikte yattım. Sonradan anlattıklarına bakılırsa başlangıçta benden umudu kesmişler. Doktorlar yaşama isteğimin olmadığını söylemişler. Ardından genç bir doktor ilgilenmiş benimle. Bıkmadan usanmadan sabırla... Yaşamla ilgili ilk belirtiler dördüncü ayda başlamış. Beşinci ayda sana bir kart attım biliyorsun...
Sustu... yeniden sigarasını içti.
-O doktorla evlendim...