"Görünmez başyapıt" ulaşılamaz bir idealdir; mutlak sanat hayalinin dahil edildiği ama asla gerçekleştirilemeyecek bir sanat eseridir. Hans Belting Balzac'tan ödünç aldığı bu metaforu kullanarak "başyapıt"ın tarihini inceliyor ve 19. yüzyılın başlarından bu yana statüsünün ve anlamının nasıl yüceltilip aşağılandığını araştırıyor.
1800'lerden önce sanat eserleri ya taklitçiydi (portre ve manzara) ya da bir şey anlatırdı (tarih resmi). Ancak Romantik modernitenin etkisi altında fiziksel nesne -örneğin boyanmış bir tuval ya da bir heykel- sanatçının mutlak ya da nihai sanata kısacası imkânsıza ulaşma çabasının bariz bir kanıtı olarak görülmeye başladı. Yorumlamadaki bu devrim ilk kamusal sanat müzelerinin kurulmasıyla aynı zamana denk gelmişti; bu müzelerde klasik dönem ve Rönesans eserleri "gerçek" başyapıtlar olarak sunuluyordu hiçbir modern sanatçının ulaşmayı ümit edemeyeceği zamanı aşan bir sanattı bu. Mona Lisa ve diğer ünlü tablolar kurumsallaşmaya başlayan bu başyapıt kültünün yükünü omuzlarında hisseden sanatçıları meşgul edecekti.
Raffaello Vermeer Delacroix Cézanne Picasso Duchamp Warhol ve daha birçok dev ismin yaşamlarıyla ve eserleriyle sahne aldığı Görünmez Başyapıt alternatif bir sanat tarihi olarak okunmayı da hak ediyor.