Doğrudur bir dönem kapanıyor bir devir bitiyor bir nesil sahneden düşüyor. Yaratılışından bu yana dünyada devir daim halindeki insanlığın kaçınılmaz sonu yaşanıyor. Bu durum mukadderattandır kimsenin buna itirazı yok. Lakin oyunu tamamlayamadan devrini bitiremeden dönemini yetiştiremeden kaybolmak...
İşte buna itiraz edilir. Neden diye sorgulanır niçin diye hesap istenir.
Bu çerçevede uzun süredir yazmış olduğum öyküler var heybemde. Yaşanmamış/yazılmış öykülerin tekrar gözden geçirilip bir bütün olarak kitap formatında yayınlanması ise bu vakte nasip oldu.
Öykülerden bir kısmı üniversite kapılarında eylemleşen başörtü mücadelesini... Bir kısmı Duvardibi Mektebinde Oblomov ile birlikte demlenen hayaller ve akabinde tüm İslam coğrafyasını kanatları altına alan idealleri... Bir kısmı da Niçe'nin üst insanını üst aşklaştıran öyküleri... Ya da Zweig'in Amok Koşucusu gibi delice çırpınışları içinde barındıran acıları... Daha doğrusu 1990'lı yılların kasvetli havasını içinde barındıran öyküleri... İstanbul'dan Mekke Medine Kudüs'e uzanan hayalleri... Kimi zaman ise Kâbe'nin yanı başında ezan sesiyle büyülenip siyah rengiyle aşklaşan heyecanları... içinde barındırıyor.
Hepsinde ama hepsinde ise kesik bir ses yarım bir şarkı derin bir iç çekiş ya da siyah beyaz bir film havasını hissetmemek elde değil. Yine hepsinde tuvale yansıyan soluk benizler siyah-beyaz karelere düşen masum yüzler kırık kalpler derin umutlar... var.
Kayıp Öykü'lerin okuyucusunu bulması temennisiyle... İyi okumalar...