"Tüllerin arkası bir yana bulutların üstünden toprağın altına kadar her yeri didik didik ettim. Yüreğime saklanmanı diledim hep Allah'tan. O en derinlerinde yüreğimin sen kişilik koltuğun arkasına olabilirdi mesela. Ya da sadece gözlerinin güneşini içeri alan penceresinin perdesi de seni gizlerdi merak etme." diyen Sakine'nin yapayalnız bırakılmışlığını hangimiz yaşamamışızdır ki? "Şu akşamların altı elli dokuzdan sonrasını sonraki günün peşine eklesek olmaz mı? Eklesek de altı elli dokuzdan sonra bir an evvel yeniden yanına dönsem? Çok mu istediğim? Tersine dönsün demiyorum ki dünya benim allak bullak olan aklım gibi. Bendeki saat altı elli dokuz sonrası hasret çift sıfıra geçiyor ve bir dakika bilmem kaç sıfırlı saniyelerle boğuşup duruyor. Doğacak olan güne eşlik eden hayalin olmasa var ya bu zaman adeta duracak... " ifadesiyle hasret kavramını lugattaki yerinden edip onu hak ettiği şekilde yeniden tanımlamaya çalışıyor yazar altı elli dokuz sendromu öyküsüyle...
Katiller ve Kahramanlar öyküsüne daldığınızda.... Ahhh işte o vakit geçmişi karaya bulayan katiller ile onlara karşı cansiperane bir şekilde direnen kahramanların düellosuna şahitlik edeceksiniz. Acaba kim ya da kimler kazanmış olabilir bu garip savaşı? Kahramanlar kazandıysa geçmişin karasını kaybetmiş mi olacaklar? Yoksa Katiller mi kazandı? Kazandıysalar şayet kahramanlar ne haldeler?