Takvimler 1978'in hizmetkârıydı ve hayalime
kavuşmama yani öğretmen olmama bir yıl kalmıştı.
Güneşin iliklerimi ısıttığı bulutsuz bir gündeydim ve
parkta kendimi kaybetmişçesine sınavlarıma hazırlanıyordum.
Derken ruhumu derinden kavrayan muhteşem bir şarkı parkın hoparlörlerinden
bütün evrene yayılmaya başladı. "Başın öne eğilmesin. Aldırma gönül aldırma. Ağladığın duyulmasın.
Aldırma gönül aldırma.
Dışarda deli dalgalar. Gelir duvarları yalar. Seni bu sesler oyalar.
Aldırma gönül aldırma." Hipnotizeydim. Büyülenmiştim.
Çalışmayı kitabı kalemi bıraktım ve uçarcasına kütüphaneye koştum.
Öğrendiğimde vurgun yemişçesine sersemledim hüzünlendim ağladım.
Sinop cezaevinde bir damla güneşten yoksun hücrede Sabahattin Ali'nin yazdığı bu şiiri Kerem
Güney bestelemiş Edip Akbayram da gönül fetheden yorumuyla pek çoğumuza dalga dalga umut olmuştu.
Hepimize diyemiyorum çünkü ideolojik düşüncelere esir edilip bölünüp parçalanıp yutuluyorduk.
Örneğin "Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk'ün bayrağına ah ölmeden bir görseydim düşebilsem toprağına." türküsü de milliyetçi grubun tekelindeydi.
Hala dinlerken sözü ve ezgisiyle bana deryalarda kucak açtıran bu halk türküsünü mırıldanırsam vay halimeydi.
"Kırk katır mı kırk satır mı seç faşist!" derlerdi insana.
Yetmişlerde birbirlerini boğazlayan bu iki grubun çocukları doksanlarda ve iki binlerde
sarsılmaz dostluklar kuracak ve her iki şarkıyı da bir bahar akşamında gitarlarının elleriyle
doyumsuz sesleriyle bilgeliklerini konuşturacaklar ve birliğin gücünü mühürleyeceklerdi.
Yüreğimizdeki türkülerin gücenmişliklerine barış imzalatarak geleceğin dünyasına ötekileştirme
değil beraberlik bilincini aktaracaklardı.