"1950'li yıllarda dönemin büyük felsefecileri arasında dinsel inancı savunan bir kişi bile yoktu. 1990'lı yıllarda Yale'den UCLA'ya Oxford'dan Heidelberg'e kadar birçok yerde insanın manevi yanını savunan ve geliştiren yüzlerce kitap yazılacak sel olup akacaktı. Aradaki 40 yıllık süre zarfındaysa sadece ve sadece Alvin Plantinga vardı."
Kelly James Clark
Tanrı'nın veya tanrıların varlığı sorusu felsefenin ezeli sorularından biri olagelmişse de Nietzsche'nin Tanrı'nın ölümünü ilan ettiği günden bu yana onu doğrularcasına yaşanan acılar savaşlar kötülükler bu konudaki tartışmaların sesini uzun süre bastırdı. Ama özellikle yüzyılın ikinci yarısından sonra palazlanan analitik felsefede meydana gelen "metafiziğe dönüş" dine yakınlık duyan en azından dinle ilgilenen filozofların tekrar Yahudi-Hıristiyan ve İslam geleneklerinde anlaşıldığı şekliyle Tanrı'nın varlığına duyulan inancın gerekçelerini yeniden değerlendirmelerine konuya yeni bir bakış ve araçlarla bakmalarına vesile oldu. Alvin Plantinga'nın bu kitabı yayımlandığı tarihten itibaren "analitik din felsefesi" alanının da en önemli ve sarsıcı eserlerinden biri hâline geldi ve Tanrı'nın ölmediğini ilan etti.
Anselmus'tan Hume'a Kant ve pozitivistlerden John Mackie gibi modern ateologlara kadar felsefe geleneğiyle hesaplaşan Plantinga bu abidevi çalışmasında ontolojik kozmolojik ve teleolojik tanrı kanıtlamalarının eski ve yeni biçimlerinin çıkmazlarını meziyetlerini ve sunduğu imkânları değerlendiriyor. Tanrı'nın varlığına duyulan inanç ile diğer insanların varlığına ve zihinlerine duyulan inanç arasındaki şaşırtıcı ve sarsıcı bağlantıyı ortaya koyuyor.