Yeryüzünde gelip geçmiş insanların en mümtaz ve müstesna fertleri Hz. Adem'le (a.s.) başlayan peygamberler silsilesidir. Bu silsilenin en büyük ve en mükemmel halkasını da hiç şüphe yok ki Son Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) teşkil eder.
Zira o kendisinden evvelki bütün peygamberlerin bütün yüksek ahlâk ve âlî seciyelerini kendisinde toplayarak "Hatemül Enbiya" manasıyla bütün peygamberlere reis onların dinlerinin aslına vâris kendisinden sonra gelen ve onun terbiye ve irşadı ile kemâl bulan milyonlarca evliya asfiya ve sulehaya üstad ve muallim olmuştur.
Onun (a.s.m.) nurundan evvel kâinat umumî bir matem içindeydi. Mevcudat birbirine düşman bütün cansız varlıklar birer cenaze insanlar ebedî yokluğa mahkûm yetim hükmündeydiler.
Onun getirdiği nurla kâinat birden şenlenerek cûş-u huruş içinde muhteşem bir zikir ve şükür mescidi haline gelmiştir. Mevcudat artık birbirine düşman değil kardeş olmuş; cansız varlıklar Cenab-ı Hakk'ın sonsuz hikmetine mazhar ve insanların emrine musahhar birer memur vaziyetini almıştır. İnsanlar ise ebedî yok oluştan kurtulmuş Hâlık-ı Zülcelal'in sonsuz saadetler ülkesi olan cennetine davetli aziz birer misafir durumuna girmişlerdir. Kısacası âlemlere rahmet olarak gönderilen o zât insanlığın gecesini gündüze kışını bahara çevirmiştir.
En küçük bir alışkanlığı bile tiryakisine bıraktırmak çok zahmetli ve uzun zaman isteyen bir iş olduğu halde Alemler Fahri O Şanlı Nebi câhil vahşî ve inatçı insanların dem ve damarlarına işlemiş hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş pek çok âdetini kısa zamanda tek başına hiçbir zora başvurmadan kaldırmaya muvaffak olmuştur. Kendi çocuğunu canlı canlı toprağa gömen o vahşî topluluktan en medenî milletlere medeniyet dersi verecek derecede yüksek seviyeli bir cemiyet meydana getirmiştir.