İnsanoğlunun her daim içerisinde olan inanma olgusu kurumları ve mimarîyi etkilemiştir. İlk başlarda ibadet mekanı olarak mağaralar kayalıklar açık hava tapınakları karşımıza çıkarken yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte insanoğlu toprağa bağlanmış ve uygarlık tarihindeki ilk anıtsal yapılar olan tapınakları inşa etmeye başlamıştır. Uygarlık tarihi boyunca hem tapınaklar hem de kiliseler ibadet mekanı olmanın yanı sıra eğitim-öğretim faaliyetlerini yürüten artı ürünleri depolayan toprağın dolayısıyla en önemli zenginliğin kaynağı olan kurumlar olmuştur. Hem tapınak hem de kilise örgütlü teşkilatlı hiyerarşik bir yapılanması olan kurumlardır. Salt ibadet mekanı değillerdir kurumsallaşmış yapılardır. Bu sebepten ibadet mekanı olmaları dışında camiler ile bir benzerlikleri yoktur. Çünkü hem tapınakta hem de kiliselerde görev yapan bu kurumları yöneten ruhban sınıfının İslam dininde karşılığı yoktur. İslamiyet'in diğer dinlerden en ayırt edici özelliği kutsal ayrıcalıklı görülen ruhban sınıfının mevcut olmayışıdır. Bu sebepten uygarlık tarihinde "Kurumsal İbadet Mekanı" denildiğinde birbirinden oldukça etkilenen adeta birbirinin devamı olan tapınaklar ve kiliseler akla gelmelidir. Bu çalışmada; Mezopotamya uygarlıklarından başlayarak Roma ve Bizans'a değin Doğu'da ve Batı'da tapınakların ve kiliselerin idarî-mimarî olarak gelişimi gözler önüne serilmeye çalışılmış her iki yapının da uygarlık tarihinde toplumsal sınıfların oluşumu ve üretim-tüketim ilişkilerindeki rolüne değinilmiştir.