Bir arzuhâlciyim ben. İstek ve şikâyet yazarım. Hiç tanımadığım insanların bitmek bilmeyen dileklerini ve arzularını. Yazmadan önce dinlerim dinlerim dinlerim. Muhatap değil aracıyım. Ama ben insanım her şeyden önce. Sızlanmalara ve yakınmalara maruz kulaklarım bin türlü sesle dolu. Bin türlü uğultuyla. Biz buraya sığamıyoruz diyor isyanla beslenmiş arzuyla yoğrulmuş lavlar. Fokurduyorlar ve kulaklarım çınlıyor. Volkan ne zaman patlayacak? Hazne nasıl boşalacak?
Yazarak! Bir arzuhâlciyim ben istek ve şikâyet yazan. Yazdıkça sönüyor yanardağım. Söndükçe doluyor.
Kübra Yavuz zaman kavramını usulca aradan kaldıran öykülerle buluşturuyor okurlarını. Dönemler farklı olsa da insanın değişmediğini görüyoruz. Nefertiti'nin gözlerinden arzuhâlciye ipek tacirlerinden altın elbiseli adama halka halka uzanıyor öyküler. Çocukluk anılarının beslendiği yakın dönemle tarihin gizemli sayfaları arasına kurulan bu derbentte gördüğümüz manzara bir nakkaşın elinden çıkmış gibi canlı. Tuval ve fırça olmadan bir halıya çiziyor resmi. Boğazda kalan yumru gibi son bir Moğol düğümü atıp gökyüzüne çıkıyor soluk soluğa. Yükseldikçe küçülmesi gerektiği hâlde büyüyor kahramanlar. Sade lezzetli ve şiirsel bir tat kalıyor geride.