"Bir zamanlar benim de bir nişanlım vardı." "Şimdi yok mu?" "Yok." Seslenmedim. "Neden yok demeyecek misin?" Ben bu laflardan sıkılıyordum ama o gevezelik etmek için can atıyordu: "Bak bak Hamza şu çiçekler çok güzel. Sen erkeksin çalıların arsına doğru yürü de koparsana. "Olur" Gidip kopardım. "Saat kaç? Geç kalmayalım." "Var daha yirmi dakikamız var. Amma dönsek iyi olur." O sırada hafif bir rüzgâr yaprakları hışırdattı. İlerideki çalıların başında öten kuşlar vardı: "Ne güzel ötüyorlar değil mi?" "Evet bu mevsimde hep öterler." Kurnaz kurnaz yüzüme baktı: "Neden öterler dersin?" Omuzlarımı çekiştirdim: "Bilmem." Yüzüme bakıp bilmiş bilmiş başını salladı: "Bilirsin bilirsin. Bilmiyorsan söyleyeyim: Aşk içindir. Kendilerine eş ararlar." Ardından uzun bir ah çekti. "Bir zamanlar benim de bir sevgilim vardı." Ses etmedim. Sonra yine o devam etti: "Ne oldu diye sormayacak mısın?" Dönüş yolundaydık artık. Zoraki sordum: "Ne oldu?" Yüzüme baktı kendine kızmış gibi devam etti: "Ah şu deli kafam!" Yumruk yaptığı sağ eliyle başına vurur gibi yaptı. Başımı çevirmiş 'ne yapıyor bu' der gibi yüzüne bakıyordum.