'Gerçeğin hakikatinin ne olduğu' felsefenin bilimin sanatın yüzlerce yıl tartışageldiği temel sorunsal. Türümüz hakikat arayışı bağlamında gerçekliğe bakmayı gerçekliği yorumlamayı bu bağlamda tutkuya dönüştürüyor. Fotoğrafın sunduğu gerçekliğin yorumu; dil bilgi deneyim ve hayal gücüyle birleşerek somuttan hakikate uzanabiliyor. Eski fotoğraflara tekrar tekrar bakarak onları yepyeni bakış biçimleriyle defalarca anlamlandırmamız hakikate yaklaşma istencimizin sonucu değil mi?
Analog Öyküler objektifi doksanlı yıllar Anadolu'sunda yaşanan hayata odaklayarak bazen keyifli sevinçli neşeli uçarı bazen durağan kederli acılı buruk ama hep yoğun hep sıcak hep yalın insanî ânları yakalayıp dondurarak bitimsiz bir geziye çıkarıyor görür/okuru. Kitapta yetmiş dokuz fotoğraf yetmiş dokuz bakış biçimiyle bazen öykü bazen şiir bazen değini değerlendirme formunda ân anlam ve hakikat arasındaki bağlantıyı disiplinler arası bir çabayla yorumluyor. Sezgin Güvel'in keskin dikkatiyle çektiği fotoğraflarda hayatı bütünüyle keşfetmiyoruz belki ama hayatın temel ögelerini temel erdemlerini yakalıyor; hayatın bir kesitini 'ân'a sığdırıyor ve yaşamaya dair yalın doğal dolaysız ama her defasında çok çarpıcı çok şaşırtıcı çok sarsıcı imgelerle karşılaşıyoruz.
Bazen baktığımız yer aynıdır da gördüklerimiz birbirine hiç benzemez. Analog Öyküler'de sanatçının çektiği fotoğraflar başka başka gözlerden dikkatlerden yorumlanıyor. Atlar çocuklar duvarlar denizler dağlar bir dolu şey fısıldıyor ve herkes o fısıltılardan duyduklarını bizlerle paylaşıyor. Duygular resmedilmiyor tam tersine fotoğraflar duyguların tercümanı oluyor. 'O ân'ı yaşatan bu fotoğraflar yıllara yayılan emek yoğun bir çabayla çekilmiş. Farklı disiplinleri bir araya getirmesi açısından da örneğine çok fazla rastlamadığımız bu çalışma bize bir süreliğine de olsa başka dünyalara yolculuğu vaad ediyor.