"Pencereden sızan sabahın ilk ışıkları odayı aydınlatırken içindeki karanlık koyulaşıyordu. Yanındaki ter kokulu vücuttan sıyrıldı kalktı paramparçaydı. Parçaları nasıl tekrar bir araya getireceğini bilmiyordu. Sigarasının dumanı odada dağılırken tıslayarak uyuyan adama nefretle baktı."
*
"Büyüleyici bir zehir herkesi uyuşturmuştu." Korku...
*
"Kolları yana düştü çıplak vücudu titriyordu gözleri boş boş tavana bakar haldeydi."
*
"Kimsin sen? Sen kimsin? Kimsin sen?" Bu iki kelimeyi defalarca tekrarladı sözde kitaptan okuyordu aslında takılmış plak gibiydi. İşaret parmağıyla göğsüne bastırdı yüksek sesle sordukça sordu "kimsin sen?" "Ben kimim? Elini yüzünde gezdirmeye başladı saçlarını karıştırdı düzeltti ince kumral tellerini avuçladı sanki kendini tarif edecek bir ipucu arıyordu."
***
Tarih; on iki Eylül bin dokuz yüz seksen.
O gece şafak sökmedi güneş doğmadı. On yıllardır alaca karanlıktayız.
Öykülerimiz kirlendi. Öfke ve şüphe korku ve şaşkınlık ele geçirdi ruhumuzu.
En masum yerimizden insanlığımızdan vurdu bizi Eylülde gelenler.
İyi kötü güzel çirkin doğru yanlış birbirine girdi. Hayatı anlayamaz olduk hayatta bizi. Kurban edilenlerle dolu bir mazinin tam göbeğidir seksen Eylülü.
Nereye gittiğimizi bilmeksizin kaçıştık dağıldık kaybolduk.
Mutsuz ve küçük hikayelerimizde cılız umutlarımıza tutunduk.
Nicedir uçurumun kenarındaki ince dalda sallanıyoruz.