İnsanlık tarihi boyunca bize dayatılan bir anlatı vardır; bu anlatı tarih kitaplarında müzelerde derslerde ve akademik araştırmalarda karşımıza çıkar. Tarihin bu versiyonu yazılı belgeler ve arkeolojik buluntulara dayandırılarak insanın mağaradan çıkıp medeniyet kurmaya başlamasıyla çizilen bir çizgide ilerler. Ancak tarih dediğimiz bu geniş alanın ne kadarının gerçekten bilindiğini ne kadarının varsayımlara dayandığını ve ne kadarının gizlendiğini sorgulamak kaçınılmazdır. Özellikle son yıllarda bu varsayımlar üzerine kurulu tarih anlatısının ne kadar yanıltıcı olabileceğini gösteren bulgular ortaya çıkmıştır. Göbekli Tepe gibi keşifler insanlığın bildiği tarih anlayışını kökünden sarsacak niteliktedir.