İran; Irak Suriye ve (Hizbullah'ın etkin olduğu) Lübnan'ın yanı sıra Körfez'de Yemen'de ve hatta bütün Arap dünyasında bunlarla irtibatlı olan unsurları da içine alan şîî bloğun tartışmasız lideri konumundadır. Diğer Sünnî anlayışlara bile hayat hakkı tanımayan Suudi Arabistan içinse zengin petrol yataklarının olduğu doğu bölgesinde meskûn Şiî nüfusun İran'ın yönlendirmesine açık olduğu endişesi Suudî yönetimini rahatsız eden konuların başında gelmektedir.
Suudi Arabistan ve İran arasındaki uyuşmazlığın en önemli sebeplerinden birisi hiç kuşkusuz bu iki devlet arasındaki etnik kimlik farklılıklarıdır. Her ne kadar Tahran'la Riyad arasındaki mezhepsel görünümlü siyaset paradigması ve güç politikaları etnik kimlik kökenli ayrılık ve çatışmaları arka planda bıraksa da; esasında Arap-Fars kimlikleri arasındaki çatışma ve tansiyonu İslâm'ın ilk dönemlerindeki Araplarla mevâlî arasındaki çekişmelere kadar geri götürmek mümkündür. Ayrıca Ortadoğu'da etnisite ve mezhep çoğu kere iç içe geçmiş; belirli bir dönemden itibaren Fars ulusal kimliğiyle Şiîlik bütünleştiği gibi Selefi kökenli Vehhâbîlik de daha çok bedevî Arap kültürünü temsil eder hale gelmiştir.
Eğer gelecekte Suudî Arabistan'la İran arasında gerçek anlamda bir barış vuku bulacaksa; bunun her şeyden önce halkların birbirlerini tanımaları ve Sünnîlik ve Şiîlik arasındaki gerilimin yatışmasıyla gerçekleşeceği ortadadır. Fakat bu da her şeyden önce tarihî şuuraltında yatan güven krizinin aşılmasıyla mümkün olacaktır. Suudî Arabistan'la İran arasındaki krizde sadece mezhep faktörünün etkin olmayıp çoğu kere bunun dışındaki faktörlerin daha belirleyici olduğu dikkate alındığında; bu iki mezhep arasındaki tansiyonun ortadan kalkmasının krizin çözülmesi için yeterli olmadığı da aşikârdır. Bütün bu kriz şartları dikkate alındığında günümüzde Çin'in aracılığıyla Suudî Arabistan ve İran arasında yapılan görüşmelerin varacağı noktayı tam olarak kestirebilmek zor gözüküyor.