1968 olaylarının etkisi altında düşüncelerini ortaya koyan ve temsil düşüncesine en fazla karşı çıkan Gilles Deleuze ve Felix Guattari post-yapısalcı yaklaşımda ayrı bir konumdadırlar. Bu filozoflar toplumsal siyasal ve ekonomik yaşamın değişimlerine paralel biçimde yeni bir düşünce pratiği geliştirmişler ve felsefeye ilk ilkelerden başlamak yerine ortadan bir yerden başlamışlardır. Deleuze felsefesinde arzu duyumsama anlam ve yaşam gibi pek çok kavram estetik etik ve siyasete yönelik bir sarmal biçiminde iç içe geçer. Kavramlar değişim ve dönüşüm içinde klasik felsefenin ağaçbiçimli düşünce sistematiğinin dışına çıkarak özgür bir düşünceye ulaşılabileceğini gösterir. Bu kitap fark ve oluş filozofu Deleuze'ün rehberliğinde sinemanın felsefesini anlama çabası içinde ortaya çıkmıştır. Daima değişimi olumlayan yaratıcı bir arzuyu öne çıkaran Deleuze keşfedilirken çoklu bağlantılarla sınırdaki devrimcinin yani minörün gücü anlaşılmaya çalışılmıştır. Minör molar yapılardan kaçış hattı çizerek farklılığı oluşu ve yaşamı olumlar. Minör sinema ise klasik sinemanın aksine evrim ya da devrim gibi fikirlerden bağımsız bir biçimde politiktir tahammül edilemeyendir ve imkânsızlıklarla yapılandır. Bir kitle sanatı olan sinema "halkın eksikliği"ni en etkili bir biçimde gösterecek tek sanattır. Politik sinemanın üzerine kurulduğu temel budur. Bu yüzden sinema sanatı henüz orada olmayan bir halkın özne olmasına katkıda bulunma işlevini üstlenmelidir. Sınıfsal farkın toplumsal cinsiyetin ayrımlarında izleri görülen minör; ideolojik söylemin bilinçlendirmenin yerini terk ederek şizo/özneye kucak açan parçalanarak çoğalan izleyiciyi rahatsız eden bir sinema dilini oluşturmalıdır.