David Benatar bu sefer farklı bir okumayla cinsiyetçilik tartışmalarında yeni bir sayfa açıyor. Herkesin baktığı yerden bakmayıp tüm istihzalara göğüs gererek ciddi bir tezi savunuyor: Erkeklere karşı yapılan ayırımcılık ve toplumun genel düzeni içinde meşru kabul edilip normalleştirilen bu şiddet kitabın konusu ve Benatar'ın da esas meselesidir.
Nasıl ki toplumun bilinçaltında kadınlar hakkında acımasız birçok basmakalıp yargı yer edinmişse esasen erkekler de benzer önyargıların kurbanıdırlar. Kadına uygulanan şiddet haklı olarak kamuoyunda infial yaratırken erkeğe uygulanan şiddet ise bir şekilde meşrulaştırılıp gözlerden kaçıyor. Evet erkek adam ağlamaz aynı zamanda dayanıklı ve güçlüdür ve her şeyin üstesinden gelebilir. Oysa biraz daha derine inildiğinde travmanın gerçek boyutları ortaya çıkıyor. Erkeğe uygulanan sistematik şiddet çocukluktan itibaren başlıyor evde okulda askerde cezaevinde hattâ ceza sisteminde ve gündelik yaşamın birçok alanında bu baskı yoğun bir şekilde devam ediyor. Böyle bakıldığında aslında şiddete maruz kalanın erkekler olduğu görülecektir. Özellikle savaşlarda toplu kıyımlarda ve mesela ağır iş kollarında kurban hep erkeklerdir. Savaşlarda toplu kıyımlarda ve kitlesel ölümlerde onları görüyoruz. Ancak tüm bu sistematik ayırımcılık toplumsal bir kabul görmüş vaziyette. Akademik söylemde ise en ufak bir itiraz derhal reddediliyor.
Benatar bir koltuk felsefesi yapmıyor. Doğrudan hayatın kendisinden örnekler veriyor. Özellikle ileri ve gelişmiş toplumlarda görünmeyeni görünür kılmaya çalışıyor. İş hayatında üniversitelerde erkeğe karşı yapılan ayırımcılıklar onun esas ilgi noktası. Tüm bu tartışmalar içinde eşitlikçi feminizmin hatırı sayılır birikimine ve başarısına saygı duyarken erkeklerin yaşadıklarını yok sayan ideolojik aşırılıklardan ise sakınıyor.