Evliyâ Çelebi 17. asır Türkiye'sinde yaşamış İmparatorluğun minyatürünü resmetmiş bütün coğrafyayı defterine sığdırmış bir büyük Türk seyyahı. Pekâlâ diyebiliriz ki Cânım Evliyâ Bursa'ya ayak bastığında kendini "gezgin" addeder. Çünkü "kariyer"ini inşa edecek uzun yürüyüşe çıkmazdan evvel İstanbul sokaklarında dolaşırken; "Peder ü mâder üstad ü birader kahrından nasıl kurtulur da cihân seyyahı olurum?" sorusu sökün ediyordur zihninde.
İşte yolu ve yolculuğu hayat meşgalesi yapma kararını taht-ı kadîm'e gittikten sonra alır. İlk payitahta adımını attığı an hem kendisi hem de insanlık için büyük bir andır. Bundan sonra kaleme alacağı şehirleri Bursa taslağıyla ölçüp biçecek "o belde"ler ya Bursa gibi yahut Bursa'da bile yoktur cümleleri arasında kendi hikâyesini anlatacaktır. Hangi şehre gitse hangi dağı ovayı çarşıyı köprüyü camiyi hanı hamamı görse benzetme edatının şalını kadim başkentle örtecektir.
Eski dünyanın son günlerini derleyen mitolojinin masalın ve rivayetin iç içe geçtiği zamanlara çentik atan Seyahatnâme'nin önsözünü Evliyâ Çelebi'nin İlk Seyahati'nde okuyacaksınız. O hâlde gezginimizi "vatan aynası" olarak gören Tanpınar'ın şu sözleri rehberiniz olsun: "Seyahatlerine doğruluğundan şüphe ettirecek derecede latif ve mizahî bir rüya ile başlayan Evliyâ Çelebi'nin rüyalarına ne kadar inanabiliriz? Bunu pek bilemem. Zaten ben Evliyâ Çelebi'yi tenkit etmek için değil ona inanmak için okurum. Ve bu yüzden de daima kârlı çıkarım."