Aysel Karaca ilk romanı ile editör dergici öykü yazarı kimliklerine bir yenisini ekliyor. Yazarın zengin edebi birikiminin yansımalarını gördüğümüz roman bizi insan doğasının karanlık ve aydınlık yönlerinde heyecanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Bir açıdan yedi ölümcül günahtan biri olan şehvetin yol açtığı bir trajedi olarak okunabilecekken başka bir açıdan insanın kötülük karşısındaki seçimlerinin ve dönüşümünün izini sürerek varlığın yaşamı yeniden inşa edebilme gücüne vurgu yapıyor.
"Ağaçlık bir tepede motosikletinden indi. Ne çok meşe vardı ve ne çok palamut dökülmüştü yerlere. Biliyordu ki bu palamutların bir kısmı çatlayacak zamanla baş verecek ve yeniden doğacaktı. Hayat buydu belki de kimi zaman insan olarak kimi zaman ağaç ya da bir kurt olarak yeniden doğmak. Homo homini lupus dedi içinden... İnsan insanın kurdudur. Bir taşın altından ansızın fırlayan kertenkeleyi görünce ürktü. Sonra asıl ürkenin o olduğunu fark etti. Belki de yuvasını bozmuştu hayvanın. Bulunduğu tepeden ormanlık bölgenin binalarca nasıl kemirildiğini görüyordu. Gerçekte insan tüm canlıların kurduydu. 'Yakında hiç değilse belanın birinden kurtulacaksınız' dedi. Bir ağaca sokuldu gövdesine dokunduğunda hissettiği duygu şimdiye dek deneyimlemediği bir duyguydu. Toprağın altına köklere doğru çekildiğini sandı. Ne büyük bir huzurdu toprakla bütünleşmek. Yeniden doğabilmek için... ölmek... ne büyük huzur... Motoruna yürürken ezdiği otların kıyısındaki salyangozu fark etti. Tam ayağının dibindeydi. Son anda fark etmese ölüverecekti. İşte hayat bu kadar saçma diye düşündü. Belki de bu kadar basit... Bir varmış bir yokmuş!"