Olumlu ya da olumsuz anlamı ile gitgide küreselleşen dünyamızda filmlerle içiçeliğimiz daha bir anlamlı ya da daha bir anlamsız yapı kazanadursun filmlerin bize "gösterdikleri" ya da "öğrettikleri" ile gerçek yaşam deneyimi arasındaki uçurum da gitgide belirginleşmekte. Günümüz toplumu her bir duyguyu kavramı ve deneyimi "ikinci el" ya da "görsel araçlar" yardımı ile televizyondan edinmekte ve bu sanal deneyimleri sanki kendi bireysel deneyimleri ya da yaşamlarının bir parçası imiş gibi yaşamlarının temellerine oturtabilmekte. Bir yandan gerçek dünyanın türlü zorluklarından bir kaçış anlamına gelen görsel medya ile geçirilen zamanın artan etkisi diğer yandan bilinçlenmiş ya da bilinçlenme yolunda yapılan seçimlerle bireysel gereksinimlere uyarlanmış seyirliklerin yoğunluğu ve hızı bireyi yaşamın gerçeklerinden hızla uzaklaştırmakta. Günümüz bireyleri neredeyse kendi seçimlerinin kendi "gözlerinin" esiri olmuş durumdalar. Gördükleri algıladıkları ve bunlara dayanarak kurdukları bir dünya ise olabildiğince karışık ve umutsuzluklarla dolu.
Oysa dünyada basit sıradan gibi görünen ancak yaşamın temeline oturtulabilecek denli önemli o kadar çok olgu ve olay var ki! Bunların kimi yanımızda yambaşımızda olup bitse bile bir ekran ve kablo aracılığı ile televizyonlarımıza kadar ulaştınlmadığı sürece bireyin gündemine girmesine ve onu etkilemesine olanak yok.