Yazar kitabın önsözünde şöyle diyor: Beni terkedip giden garip adamın ardından sorularıma cevap bulabileceğim o anıtın karşısında yalnız kalmıştım. Bu ortada duranın maddi görünümüyle anıtın sırlarının kimyasını tanımlayacak bir maden kalıbının olmayışı manevî bir yansımayla ruhanî esrarlı bir ürpertiyle kuşatıyordu varlığımı.Üzerinde daha önce görmediğim yazıtların çözünürlük kazanmış olması dikkatimi üç boyutlu bir resme bakarcasına daha da derinleştirmemi sağladı. Bence bunun üzerinde yaşanmışlığımızın izleri vardı. Bu insanlığın alın yazısı olmalı diye düşündüm. Aslında bakışım zahiri olmaktan ziyade batını bir mukaşefe kazanıyordu. Şu bir gerçek ki olayları kavramak büyük bir hassasiyet ve idrak meselesiydi.Anıtın büyülü tarafı beni her baktığım işaretin yaşanmışlığının devrine ve derinliklerde zamanın katmanının ta içine çekişiydi. O an içeride miyim dışarıda mı bakan mıyım yaşayan mı ayıramıyorum?Bilincimin derinliklerine hükmeden bu anlamlardan kendimi zor alıyordum.