Varoluşçuluk ortak kavramlara dayanan ama farklı içeriklerle yapılan felsefelerin ortak adıdır. Bu yüzden tek bir varoluşçuluk yoktur; varoluşçu felsefeler vardır. Varoluşçu felsefeler entelektualist ve sistematik felsefelere karşıt olarak özneyi ön plana çıkaran daha doğrusu öznenin durumsal belirlenimlerini çıkış noktası yapan felsefelerdir. Bizim eserimizde incelediğimiz Sartre felsefesi sözü edilen bu varoluşçu felsefelerden biridir. Sartre somut insan varlığından hareket ederek vital bir felsefe ortaya koyar. İnsanın özgürlüğe yazgılı olduğunu iddia ederken üstlenmesi gereken sorumluluğun ağırlığına vurgu yapar. Ona göre özgürlükle gelen yükümlülükleri kabullenmeyen insan otantik yaşamdan uzaklaşır. Yığının bir parçası olarak yapışkan bir niteliğe bürünmüş halde sahte bir hayat sürer. Bu kabulle hareket eden Sartre'a göre birey olmanın yolu kendi varoluşunu gerçekleştirmekten geçer. Ona göre yeryüzündeki insan atılmışlığını terk edilmişliğini idrak ederek olumsallığıyla yüzleşir. Böylelikle varoluşun saçmalığının farkına vararak bulantıyı tecrübe eder. Varoluşunu gerçekleştirme yolundaki insanın kaçınılmaz bir şekilde tecrübe ettiği bulantı insanın fazladanlığının keşfiyle ortaya çıkar. Bulantı duyan insan bu duyguyla yaşamayı kabullenmekle kalmayıp eyleme geçmek zorundadır. Sartre'da bulantı özgürlüğünün ağırlığını yüklenen insanın duyduğu bunaltıdan oldukça farklı bir duygu durumudur. Sonuç olarak denilebilir ki; Sartre felsefesi bedeniyle kendinde varlık iken bilinciyle kendisi için varlık olarak yeryüzünde bulantı içinde ötekiyle yaşayan ama bununla birlikte özgürlüğünün sorumluluğunu üstlenerek varoluşunu gerçekleştirme potansiyelini kendinde barındıran somut insanı ele alan bir felsefedir.