Baruch Spinoza çağının ötesine uzanan bir mesaj ve miras bırakabilmiş büyük bir düşünürdür. Neredeyse bütün büyük düşünürler gibi o da çağdaşları ve kendinden sonra gelen birçok kimse tarafından hep yanlış anlaşılmış yanlış yorumlanmış ve yanlış değerlendirilmiştir. Batı'da ilk ciddi Kitab-ı Mukaddes eleştirisini yapan Tanrı'yı geleneksel Hıristiyan bakış açısının dışında rasyonel bir çizgide değerlendirebilen ve bütün inananları dinlerine ve inançlarına bakılmaksızın ortak bir etik ve ahlaki temelde buluşturabilecek bir sistem vaaz eden Spinoza Tanrı'yı anlamak ve bilmenin kendini anlamak ve bilmekten geçtiğine inanır. Bu iyi ve mutlu bir insan olmanın da yoludur. Çünkü hiçbir şey Tanrı'nın dışında değildir hepimiz Tanrı'dayız. Bunu tefekkür yoluyla idrak etmeden var oluşumuzu anlamlandıramayız ve yalnızca içgüdü tutku ve duygularımızın kölesi oluruz. Aslında "Deus sive Natura" (Tanrı ya da Doğa) derken Spinoza yüzeysel bir panteizm tablosu çizmenin ötesinde her birimizin hayatını değiştirebilecek anlamlandırabilecek bir olguyu hatırlatmak çabasındadır: Hepimiz ilahi tözden meydana getirildik O'nun tarafından kuşatıldık. Biz O'ndayız. Bu bilincin farkında olmazsak ilahî tarafımızı yani insani tarafımızı kaybederiz.
Bertrandt Russell A History of Western Philosophy isimli meşhur kitabının önsözünde John Locke'tan daha büyük bir filozof olduğuna inanmasına karşın Spinoza'ya daha az bir yer verdiğini zira Spinoza'nın etkisinin Locke'unkine nazaran çok daha kısıtlı olduğunu vurgulamıştı. Fakat bugün bu tablo değişmektedir. Dünyada ve Türkiye'de Spinoza'nın düşünceleri toplumlar için yeni bir önem etki ve değer kazanmaktadır.
Bu kitap bu yeni farkındalığa büyük bir katkı sağlayacak. Clare Carlisle Spinoza etiğini bambaşka bir perspektiften açımlamakta onun modern insana rehberlik edebilecek büyük bir derinliğe sahip olduğunu gözler önüne sermektedir.