Satranç öyküsünün sağlam kurgusu döneme farklı bir pencereden bakmamıza olanak sağlamaktadır. Özgür düşüncenin demokrasinin aklın kin nefret ve zorbalıkla susturulduğu bir dönemde Satranç umudun bittiği yerde yeniden doğmayı anlatıyor. Fakat bu yeniden doğuş beraberinde insanın hiçlikle yalnızlıkla ne denli savaş verdiğini bireyin bu hiçlik karşısında bir cesaret nasıl dikildiğini gösteriyor. Sadece sandalye masa yatak gibi eşyaların kullanıldığı tahtalarla örülü pencere ile izole edilmiş bir otel odasında gardiyandan başka insan olmayan kendi sesinden başka bir ses duyulmayan yerde insan nasıl hayata tutunur? Her gün rutin yapılan kontroller esnasında gardiyanın cebinden çalındığı düşünülen! bir kitap ve bayat ekmek kırıntılarıyla. Satranç öyküsünün tiyatro uyarlaması da işte bu noktada başlar. Umut etmekte burada... Delilik de...
Peki ya sanıldığı gibi hayata tutunacak şey gerçekte yoksa?
19381941 yılları arasında sürgün yaşamındaki son durağı olan Brezilya'da yazdığı ve 1942 yılında Buenos Aires'te yayımladığı Satranç Zweig'ın edebiyata ve Dünya'ya vedasıdır. Eşi Lotte ile birlikte 22 Şubat 1942 tarihinde intihar etmeden önce tamamladığı son yapıttır.