Ayrı dil ve renklerden ayrı ırk ve coğrafyalardan meydana gelen toplumlar olarak topyekûn insanlık ailesini teşkil etmekteyiz. Farklılıklarımız üstünlük nedeni değil; tanışmak ve kaynaşmak içindir. Tarihin en eski dönemlerinden günümüze kadar kanlı savaşlarla çözülemeyip giriftleşen birçok mesele çeşitli seviyelerdeki barış görüşmeleriyle çözülmüş ve birçok facia önlenmiştir. Bu arada geliştirilen temaslar sayesinde diplomasi kuralları ortaya çıkmış ve uluslararası prensipler hâline gelmiştir.
Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelerin etkisiyle mesafelerin ortadan kalktığı milletlerarası ilişkilerin fevkalade yoğunluk kazanıp âdeta iç içe olduğu günümüz dünyasında aynı zamanda müstakil bir hukuk sistemine sahip olan İslam'ın diplomatik ilişkiler konusundaki görüşünü ortaya koymak ve bugünkü uluslararası teamüllerle mukayesesini yapmak zarureti doğmuştur.
Bugün dünyamızda dış politika ve diplomasi alanında yaşanan olumsuzlukların temelinde ahlak ve vicdandan çok çıkar ve menfaatin esas alınması yatmaktadır. Bu durum çözümsüzlük üretmekte hak ve adalet yerine kuvvet ve zulüm hâkim olmaktadır. Güçlü devletlerden oluşan "Güvenlik Konseyi" barış ve güvenlik yerine savaşı ve güvensizliği temsil eder duruma gelmektedir.
Problemlerin çözümünde en önemli kriter kuvvetli veya zayıf olmak değil haklı olmaktır. Kuvvet zorbalığa alet edildiğinde hak devre dışı kalmakta adaletsiz kuvvet zalim kuvvetsiz adalet aciz kalmaktadır.
Kitapta dış politikaya dair İslam'ın ortaya koyduğu esaslar ve Hz. Peygamber'in hak ve barışa dayalı uygulamaları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu ilke ve uygulamalar dikkate alındığında günümüzde pek çok problemin çözülmesi mümkün olacaktır. Bütün mesele menfaat ve çıkar temelli değil adalet ahlak ve vicdan temelli bir politikanın benimsenmesidir. Aksi hâlde dünyada barış ve huzura kavuşma imkânı bulunmamaktadır.