Herkesin yetişecek bir yerleri vardı. Hayat zaten hep koşarak yaşanıyordu. En güzel filmi hızlandırarak seyretmek gibiydi hayat. Alt yazıları okuyamadan en güzel sahnelerin tadına varamadan bir diğerine geçiyordu. Ama insanlar alışıyordu hızlı filmin akışına. Şikâyet etseler de ayak uyduruyorlardı. Biri de çıkıp "Durun ey insanlar sindire sindire yaşayalım şu hayatı" demiyordu. Koştukları yer belli ölüme koşuyor insanlar ama neden yavaşlamıyorlar anlamıyorum.
Kendi kişiliğini örtüp taklitler yoluyla başka bir insan başka bir karakter gibi yaşadığını fark ediyordu. Belki de en kötüsü buydu. Güdülen koyun gibi sürü psikolojisiyle çevreden gördüğün hayatı benimsemekti. Çoğu zaman çevre ahlaki olgulara değerlere göre ev sahipliği yapmıyor özenti taklit gibi algılara yol açıyor yön veriyordu.
Sefil bir hayat değildi insanın hak ettiği. Çalıştığı ürettiği alnının terlediği düşünüp tarttığı doğru ve yanlışlar üzerinden karakterini belirlediği şükürle doyduğu kanaatle dağıttığı edindiklerini paylaştığı savaşsız barışla yaşadığı merhametle yıkandığı dürüst bir hayatı hak ediyordu. Akıl sağ omzuna oturdu İrade'yse sol omzuna. Salih'in yanlış yolu elinin tersiyle itişini gözyaşları içinde seyredip sevinçle ona sarıldılar. Salih kazanmıştı. Salih dosdoğru insan olmayı başarmıştı. Arkalarına bile bakmadan kaçmıştı evde destursuzca gezen Cehalet Tamah Meyil Taklit Gurur... İrade doğan güneşe baktı. Göz kamaştıran ışığına göz kırptı. Gün ortalığı gururla aydınlatırken kalplerde gün doğumu yaşanıyordu.