Ataerkil hegemonyanın duvarları arasında sıkışıp kendi yankısına çarpa çarpa eksildiği bir girdapta savruluyor Engin... Göğsüne çöken ağırlık ona ait olmayan bir hikâyenin külfeti mi yoksa kendi hikâyesizliğinin derin boşluğu mu? Korkularını cebinde saklayan bir adamın hayata tutunmak ile hayatı bırakmak arasındaki o ince çizgide sendeleyişi...
Var olmanın ağırlığını taşıyamayan Enginin iç sesi zihninin karanlık dehlizlerinde yankılanan bir fısıltı gibi bazen usulca süzülen bazen de kayalara çarpıp savrulan bir uğultu gibi dolaşıyor.
İbrahim Halil Balçık Hikâyesiz Adam ile okuru bir zihnin en kuytu köşelerine davet ediyor: Görünmeyen yaraların söylenmeyen cümlelerin ve yaşanamayan hayatların öyküsüne...
"Biliyordu herkes bir şey kol geziyordu sokaklarda. Aramızda. Bir elektrik akımı gibi hepimizi germiş; bir koku gibi tenimize aklımıza ruhumuza işlemiş.
Bakışmalarımıza göz kaçırmalarımıza... Fail ve mefulüz biz katil ve maktul. Sokakta kol gezen de her birimiziz. Zulada silah tetikte öfke serde yiğitlik. Ne demekse."