...O günden sonra dağı algılayamayacak kadar yoğun düşünen gezginler dağı algıladıkları halde varlığına inanmayan şüpheci gezginler ve dağı algılayıp varlığına inandıkları halde yine de gizemleri bulunabileceğine inanan düşçü gezginler de bu ülkede yaşamaya başlarlar. Kuşkusuz her insan sürekli gelişme gösteremez; kendini ve evreni tanırken korkuya kapılıp -sadece kaybetmek istedikleri için- inancını kaybedenler de bulunmaktadır. Bunlar ortalama dünyaya geri dönerler ve yaşadıklarını da "dağın eteklerinde uyurken görülmüş bir düş" olarak hatırlarlar...
...Terra'ya "Benim ayaklarım çirkin mi?" diye sordu. Aslında çirkin olmadıklarının farkındaydı ve özel olarak güzel olup olmadıklarını merak ediyordu. Neden doğrudan sormayıp tersten sorduğunu kendi de bilmiyordu. Sanırım aslında olmadığı bir şey olduğuna inandığı ve kendini sürekli kandırdığı yönünde gizli bir endişesi vardı...
...Bir zaman sonra ayaklarına bakanın sadece kendi olmadığını duyumsadı başını kaldırdı gözgöze geldiler. Bella'nın bedeni taşıyamayacağı kadar elektrik yüklendi onun için "Merhaba" bile diyemedi galiba gülümsedi. Onu ülkesinde ilk defa görüyordu...
-Sevilmeyi isteyip sevmeyi reddetmek çelişik görünmüyor mu?
Ruhunuzu duyumsamaktan çekindiğiniz algılara açmanın zamanı gelmedi mi?
Şanslıların varlığını -zaman zaman- nereden üflendiği belli olmayan bir esinti şeklinde hissettiği yoğunlaşmalar doğru olduğuna inandırıldığımız uzay-zaman kavramlarının dışında yapay yetkenin baskıcı istismarından uzakta yaşam alanları ve yaşayanlarıyla peri tozlarıyla kaplı tuhaf bir fırtınaya dönüşüyor! Ve artık kaçan değil kalan kurtuluyor!
Duyguların bedenleştiği kalbin -artık her neredeyse- belki de çok görünür olduğu için gizli kaldığı sürgünden ayağa fırlayıp sakınımsızca dans ettiği ağız dolusu kahkahalar fırlattığı ve kendi öz sıvısında boğulacakken titreyip koşuşturmaya başladığı umut dolu bir roman...
Berna 'Bers' Öztürk