Önce bir sis gördüler. Çayırın üzerinde dolaşan hafif bir sis çemberi. Bu sis çemberi yavaş yavaş açılarak yaşlı diş budak ağacının etrafında dönmeye başladı. Ses iyice artmıştı. Belirli bir melodi değildi bu bir mırıltı gibi ve dalga dalga yükselen bir şey.
Sonunda sesler kulakları sağır edecek yüksekliğe ulaştı. Çocuklar ellerini kulaklarına bastırarak büyülenmiş gibi seyretmeye başladılar.
Sislerin içinde yüzlerce hatta belki de binlerce küçük siluet belirmişti. Hafif ve şeffaftılar. Hepsi de tıpatıp birbirlerine benziyorlardı. Örümcek ağı gibi ince kıyafetleri vardı. Minik ayaklarıyla ağacın etrafında dönerek dans ediyorlardı. İnanılmaz güzeldiler. Çocuklar bütün önlemlerine rağmen kulaklarına sızan o tek düze müziğin etkisiyle büyülenmiş gibiydiler. Sislerin arasından durmadan yeni su perileri çıkıyordu.
Birkaç su perisi çocukların saklandıkları yere oldukça yaklaşmış kocaman parlak gözlerini onlara doğru çevirmişti sanki çalılıkların içini görebiliyor gibiydiler. Yakından bakıldığında yüzlerinin birbirinden farklı olduğu ayırt edilebiliyordu. Ama hepsinin yüzünde aynı uzaklık ve oyuncak bebeklerde görülen o donuk ifade vardı. Yüzlerinde o tek düze melodiyi çıkaran ağızlarının dışında hiçbir şey hareket etmiyordu. Çocukların olduğu çalılığa yaklaşan su perileri tekrar ağacın etrafında dönen gruba katıldılar.
Gittikçe daha hızlı dönüyorlardı ve sonunda tek tek ayırt edilmelerinin imkânsız olduğu bir hıza ulaştılar. Artık ağacın etrafında dalgalanan bir tül gibiydiler. O tül yavaş yavaş mavi bir renk aldı sonra her bir çevrimde rengi açılarak beyazladı ve en sonunda öylesine parladı ki çocuklar gözlerini kapatmak zorunda kaldı...