Merhaba;
Ben bu satırları yazarken sen yoktun. Veya ben seni hiç tanımadım. Sana hiç dokunmadım. Ne şeklini bilirim ne de kokunu. Sen benim hiçbir zaman ulaşamadığım umudumdun. Ömrüm seni aramakla geçti. Adına "mutluluk" diyorlardı. Ama kime sorduysam hep yanlış adres verdi elime. Koştum durdum bir ömür. Ama artık yoruldum. Ihtiyarladım. Yazdıklarımı postaya veriyorum.
Sen bu satırları okurken büyük ihtimalle ben olmayacağım. Veya aradığında bulamayacağın kadar uzaklarda bulunacağım. Boşuna yollara düşüp kendini heder etme. En yakınında; gönül mesafende göz mesafende hatta el mesafende kim varsa ben oyum. Yeter ki almak için gelme. Vermek için gel. Unutma... Mutluluk verilir asla alınmaz. Mutluluk veremediğin yeri terk et. Çünkü mevcut durum seni de mutsuz eder.
Yürek sahibi insanın en büyük çilesi şüphesiz kelimelerin anlamını yitirdiği kifayetsiz kaldığı anlardır. Bir yerde okumuştum "birbirine müştak olanların sırrına kalem bile namahremdir" diyordu. Demek ki bizim böyle bir yüreğimiz olmadı ki sırlarımızı kâğıt ve kalemle paylaşacak kadar fütursuz ve cömert olabildik. Ama unutma ki o satırların ardı ardına dizilişi sırasında bile gizleme ihtiyacı duyduğumuz birçok şey vardır. Ancak muhatapları o sırları çözebilir okuyabilir ve anlayabilir.
Netice; yazdıklarım yüreğimin saklayamadığı taşıyamadığı boşaltma ihtiyacı duyduğu kadardır. Belki de kalemimizin gücü bu kadar... Ne sayarsan say... Ama her okuduğun satırı düşün... Düşün ki eksik kalanları tamamlayasın... Yanlış olanları düzeltesin.
Ola ki mutluluğu bulur senden sonra geleceklere ışık ve rehber olursun.