"Her şey bir otopotre. Her şey bir günce."
Bu kitap bir günce. Kalemi eline alan kişinin korkularına sevinçlerine hüzünlerine yapılan bir yolculuk. Sıradan bir insanın sıradan yaşamı... Belki de sıra dışı birinin zaman zaman peri masalına zaman zaman kabusa dönüşen yaşamından kesitler sunan anı parçacıklar. Sahte mücevherlerin ışıltısına kapılan bir kadının öyküsü bü. Komadaki kocasının günbegün çürümesini izleyen sanat yaşam ve ölüm üçgeninde sıkışıp kalmış bir kadının. Kimilerine göre basit bir garson kimilerine göre ise her an bir başyapıt yaratabilecek büyük bir ressam. Anakarayla bağlantısı her an yok olabilecekmiş gibi gözüken Waytansea Adası'nın gizemli öyküsü bu aynı zamanda.
Her şey başka birinin yaşamını sürdürmeye zorlanarak bireyselliğini yitiren Misty Marie Kleinman'ın güncesinde saklı. Bir tek kişi tarafından yazılmış bir günce bu. Ancak gerek anlatıcı gerek anlatılan hikaye açısından pek çok katman söz konusu.
Chuck Palahniuk insanın ezeli ölümsüzlük arayışına tüyler ürperten bir bakış atarken sanatın denetlenemeyen gücüne de saygı duruşunda bulunuyor. Misty'nin güncesini tuvale yansıtırken hiçbir detayı gözardı etmiyor. Bizler kimi zaman acımasızca vurulan fırça darbelerini izlerken geçmiş şimdi ve gelecek iç içe geçiyor. Ben ve öteki arasındaki ayrım gittikçe silikleşiyor. Gerçek ve hayal arasındaki karmaşık ilişki zihnimizi bulandırıyor. Ve kişisel komalarımızdan çıkıp kolektif bir komaya giriyoruz hep beraber. Kimin kimi kandırdığı belli olmayan bir oyun oynanıyor. Kimin kurban olduğu belli değil. İnsan kendi yazgısını elinde tutabilir mi? Yoksa zalim feleğin elinden oyuncak mıdır? Yalan mı daha gerçek gerçek mi en büyük yalan belli değil. Zira Waytansea Adası dört tarafı gerçeklerle kaplı bir yalan...